Deprem… Felaket… Facia… İNSAN… İnsan ve İNSAN…

Kahramanmaraş merkezli depremi ve sonrasını bütün yönleri ile bir haftadan bu yana izliyor, değerlendiriyor, konuşuyor; yaşayan ve etkilenen herkes için üzülüyor, ağlıyor, dua ediyoruz. Bir yandan bu felaketin merkezindeki insanımızı düşünüp, acılarını paylaşıp ağlayarak diğer yandan da maddi ve manevi olarak neler yapabileceğimize odaklanarak yaşamaya çalışıyoruz bu acılı ve sancılı günleri.

Kısa kısa bazı notlar yazarak ve bir video içeriği oluşturarak sosyal medya hesaplarımızdan paylaştık. Yaşananlar, konuşulanlar, yapılanlar, yapılamayanlar, yaklaşımlar, bakış açıları ve daha pek çok hususla ilgili ilk kez bir yazı yazabilme cesareti buldum. Bu süreçte çok sık kullanılan bazı kavramlar üzerinden giderek duygu ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Umarım sonunu getirebilirim.

Deprem: Yerkabuğunda ‘fay’ adı verilen kırıkların harekete geçmesi, adına deprem dediğimiz bir olayı meydana getiriyor. İnsanın bilim aracılığı ile pek çok detayını öğrendiği ama oluşuna müdahil olamadığı, olamayacağı bir süreç… Nerede, nasıl olacağını yine bilim aracılığı ile genellikle tahmin edebiliyoruz. Şiddetini ve yansımalarını öngörebiliyoruz. Nerelerde enerji birikimi olduğunu, fayların nerelerden geçtiğini, hangi bölgelerin daha çok risk taşıdığını değerlendirebiliyoruz. Sadece zamanını tam, net olarak bilemiyoruz. Deprem kavramı ile ilgili diğer bütün detayları bilim insanlarının açıklamalarına bırakıp İNSAN olarak bizi ilgilendiren yönünü konuşmamız gerekiyor.

Felaket, Enkaz, Facia, Musibet: Deprem meydana geldikten sonra en çok ifade ettiğimiz kavramlar bunlar. Çünkü depremin şiddetine ve süresine bağlı olarak karşımıza çıkan manzarayı ancak bu kelimelerle konuşabiliyoruz. Yıkılan binlerce bina… Harabeye dönen şehirler, ilçeler, köyler… Hayatını yitiren on binlerce insanımız… Enkaz altında kalanlar… Çaresizlik içerisinde kıvranan, canı ve yüreği yananlar… Gördüğümüz, duyduğumuz, bildiğimiz tabloyu anlatabilmek için dağarcığımızdaki sözler bunlar işte: var olan enkaz. Yaşadığımız gerçekten bir musibet, felaket ve durum hakikaten facia…

İnsan: Aslında deprem meydana geldiği andan itibaren bunu yaşayan, bundan etkilenen; bu sebeple hayatını yitiren, hayatta kalmış olsa bile çaresizlik içerisinde olayın etkisinde olan en önemli varlık İNSAN. Yani depremin oluş anından itibaren yaşanan her olayı etkileyen de bundan etkilenen de İNSAN…

Fay hatlarının yerini ve depremin olacağını bilen de deprem oluncaya kadar her türlü ranta yol veren de bütün bunları gördüğü halde gerekeni yapmayıp hayata gülen de İNSAN…

Yaşanacak felaket ve facianın merkezlerine yerleşim yeri kuran, buralara binalar yapan, gölleri ve deniz kıyılarını doldurarak buraları imara açan İNSAN… Dere yataklarına ev yapan, en tehlikeli zeminlerde yaptığı evlere inşaat yapabilme izni, ruhsat ve iskân alan da İNSAN; buraları imara açan da gereken bütün izinleri veren de elektrik ve su götürüp bunu meşrulaştıran da İNSAN…

Kaçak yapılara göz yuman, imar affı çıkaran, daha önceki deprem sonuçlarından gereken dersleri çıkarmayan da İNSAN… Bina, inşaat, işyeri ve benzeri yapıların rant hırsına tapan da biraz daha fazla kazanmak amacıyla birkaç fazla kat yapan da bunun için her türlü dalavereyi çeviren ve bin bir takla atan da İNSAN… Bina girişlerine açacağı ticarethane için uygun mekân oluşturmak üzere kolon kesen de İNSAN… Hırsına hem kendi kurban olan hem de masum insanları kurban eden de İNSAN…

On binlerce canımızı alan, adeta kanımıza susamış bütün enkazların sahibi olan ve neredeyse kanını içmek istediğimiz müteahhitler de onların binalarına her türlü izinleri verenler de inşaat süreçleri ile ilgili her aşamayı yerinde ve gerektiği gibi kontrol etmeden evraklarını imzalayanlar da İNSAN…

10 lira istesen onlarca soru soran, alacağı en küçük bir ev aleti için bile onlarca kişiye danışan ama ev alırken gereken en önemli sorgulamaları yapmadan, zemin etütlerine bakmadan, kullanılan demir ve çimentoyu bilmeden, referanslarını sormadan bu binalardan yüz binlerce, milyonlarca lira vererek mesken alıp daha lüksünde hayat sürmek isteyen de İNSAN…

Velhasıl depremin meydana gelinceye kadar bir işlevi, varlığı, oluşu var elbette. Ancak meydana geldikten sonra depremin hiçbir günahı yok sevgili dostlar. Günahı olan, depremden sonrasını en çok etkileyen ve bundan en çok etkilenen tek varlık: İNSAN…  

Deprem sonrasında kendisi depremzede olduğu; evini, barkını, yakınlarını kaybettiği halde zor durumdaki diğer depremzedelerin imdadına koşan; evini barkını, konfor alanını, işini, kârını bırakarak bölgeye ulaşan, depremden geriye kalan maddi ve manevi her şeyini depremzedelere harcayan kahramanlar da İNSAN…

Varını, yoğunu; maddi ve manevi bütün imkânlarını seferber eden, kendileri gibi insanların sebep olduğu facianın yine insani olan artçı etkilerini azaltmak üzere canla başla mücadele eden esnaflar, gönüllü kuruluşlarda koşuşturanlar, sivil toplum ve meslek örgütleri aracılığı ile bölgeye her türlü destek için gelenler de İNSAN…

Arama kurtarma ekiplerinde görev alan; günlerce, saatlerce aç, susuz, çoğunlukla yorgun ve uykusuz didinip çırpınan her ülkeden uzman elemanlar, “Buraya kömür için değil ÖMÜR için geldik.” diyen fedakâr madencilerimiz, enkazdan çıkardıkları her bir İNSANIMIZ için İNSANCA bir mutlulukla yeniden motive olup enkazlara dalan bütün kahramanlar da İNSAN…

Olan olmuş, şuymuş, buymuş; eksikmiş, fazlaymış demeden “Bana bu konuda düşen nedir? Ben neler yapabilirim? Ben bu konuda başka neler yapabilirim?” diye sorarak bu büyük yangını söndürmek, acıları dindirmek, yıkılanı onarmak, yaraları sarmak üzere fiili ve kavli dualarla sürecin içinde çırpınanlar da İNSAN…

Bu musibetten gereken nasihatleri çıkarmak zorunda olan da şerden hayır çıkararak bundan sonra böyle vahim tablolar yaşanmaması konusunda hassasiyet göstermesi gereken de İNSAN…

Konumuz deprem, felaket, facia, musibet ve hepsinin de odağında İNSAN var…

Alvarlı Efe (Alvar İmamı Muhammed Lütfi Efendi) gibi biz de son bir dua ile şimdilik susalım biraz:

“Allah’ım bizleri İNSAN eyleye…”

Bir Cevap Yazın

Yukarı Çık