Ana rahmine düştüğü andan itibaren, sonrasında bebekliği ve çocukluğu döneminde “Yaşama sebebim!” dediğimiz evlatlarımızı nasıl şekillendirdiğimizi konuşup yazıyoruz. Yaratıcımızın bize bembeyaz bir sayfa ve tertemiz bir fıtrat olarak armağan ettiği mucize olan çocuklarımızı; anneleri, babaları, aile büyükleri olarak koyduğumuz noktalar ve fırça darbelerimiz ile nasıl biçimlendirdiğimizi anlatmaya, aktarmaya çalışıyoruz. Bilinçaltına konulan olumlu veya olumsuz kalıplar itibariyle sokağın, okulun, arkadaşların da çocuğun yetişmesindeki önemine değiniyoruz.
Bebek ve çocukların üzeri elbette öncelikle ailede çiziliyor. Ebeveynler olarak anne ve baba bunun ne kadar farkında, bu tartışılabilir ancak bugün haline, görünümüne, davranışlarına şaşırdığımız bütün çocuklar bizim eserimiz. Bu nedenle; çocuk yetiştirmenin asıl ilkokulu olan evlerimize dönüp ebeveynler olarak anne ve babalara doğrudan sormak istiyoruz:
“Siz çocuklarınızı GERÇEKTEN seviyor musunuz?”
Kızmayın hemen. İtiraz etmeyin. Çocuklarınıza olan sevginizi sınamak ya da bu konuda ahkâm kesmek gibi bir niyetimiz yok. Bazı örnekler ve testler sayesinde bu konuda ne durumda olduğunuza birlikte bakacak ve değerlendirmelerimizi buna göre yapacağız.
Öncelikle şuna değinelim; son zamanlarda giderek artan bir biçimde “uçuk” hitaplarla çağrılıyor çocuklar. Balım, nefesim, yaşama sebebim, kuzum, gözbebeğim, yüreğim, aşkım, canım, koçum, prensesim ve daha neler neler… Ebeveynler, çocuk daha doğmadan sadece ve sadece kendi istek ve düşünceleri ile koydukları ismi ile çocuklarına çok az hitap eder hale geldiler. Varsa yoksa sıfatlar ve iltifatlar…
Şimdi de bu sıfatlarla çağrılan çocuklara nasıl davrandığımızla ilgili birkaç örneğe bakalım birlikte:
Baba, taraftarı olduğu takımın maçını izliyor evde. Canı gibi sevdiğini söylediği çocuğu bir ara gelip televizyonun önünde duruyor. Baba da önemli bir pozisyonu kaçırıyor o esnada. Sizce tepkisi ne oluyor? Çocuğuna o anda neler söylüyor? Tekrarını izlemenin mümkün olduğu o pozisyonu kaçıran babanın çocuğunun bilinçaltına hangi kalıpları gönderdiğini tahmin edebiliyor musunuz?
Anne, takip ettiği dizinin heyecanlı bir bölümünü izliyor. Çocuğu gelip bir şey soruyor o anda. Cevap yok! Çocuk tekrar soruyor. Anne duymuyor gibi. Zihni, aklı, gözleri televizyona çakılı. Çocuk ısrar ediyor bir daha. Neler oluyor o anda sizce? Anne “Yaşama sebebim!” dediği çocuğuna nasıl tepki veriyor? Tekrarı bilmem kaç defa yayınlanan bu dizinin o sahnesinde dikkatini dağıttı diye çocuğun bilinçaltına nasıl bir kalıp gönderiliyor anne tarafından?
Veya anne bir arkadaşı ile telefonda konuşuyor. Sohbetin ana unsuru dedikodu! Canından çok sevdiği çocuğu gelip bir şey istiyor. Bir şeyler sormaya niyetleniyor. Bir sıkıntısını aktarma çabasında. Annenin o andaki sert bakışları karşılıyor çocuğu. “Görmüyor musun telefonda konuşuyorum!” Bu, en yumuşak cevap… Çocuk biraz daha ısrarcı olursa tepkinin dozu ne oluyor sizce? Çocuk o anda nelerle karşılaşıyor? Bilinçaltında o anda hangi olumsuzluklar kalıplaştırılıyor?
Gelen giden misafirlerin beğenisine sunulmak üzere (!) alınmış ve bir sehpaya konulmuş olan bir vazo, bir aksesuar, bir bibloyu evin çocuğu düşürüp kırıyor. Yandı gülüm keten helva! O en başta saydığımız bütün sıfatlar ve iltifatlar güme gitti bir anda. “Sakarsın sen sakar! Dikkat etsene! Bu vazoya ne kadar para verdik biliyor musun? Geri zekâlı mısın nesin!”
Çocukların tümü çizgi çizmeyi, boyamayı, resim yapmayı sever. Bu onların aklını, ruhunu geliştirir. Evde çocuklardan birinin bu anlamda duvarlardan birini boyadığını veya çizdiğini düşünün. Aman Allah’ım! Kıyametler kopmuyor mu? Tepkinin dozu abartılmıyor mu? “Sana elli defa duvarları çizmeyeceksin demedim mi ben!” ve daha neler neler…
Daha saymayayım değil mi, yeter bu kadar…
Şimdi tekrar soruyorum:
“Siz çocuklarınızı gerçekten seviyor musunuz?”
Yoksa sadece sevdiğinizi mi zannediyorsunuz? Kızmayın, heyheylenmeyin hemen. Sakin bir biçimde durup düşünelim birlikte. Değerlendirmenizi sonra yaparsınız elbette…
Baba o pozisyonu kaçırdı diye çocuğuna bağırıp çağırmıyorsa sorun yok. “Çocuğum gel yanıma bak belki de gol olacak.” ya da “Gel şu pozisyonun tekrarını birlikte izleyelim.” dese… Yahut maçı boşverip“Bir şey mi diyecektin, bir şey mi istiyordun?” diye sorsa…
Annesi kendince ne kadar önemli görürse ve severse sevsin izlediği diziyi bırakıp yaşama sebebi olarak gördüğü dediği çocuğunun sorusuna cevap verse, ilgilense… Telefondaki kişiye “Çocuğum bir şey istiyor ben seni uygun zamanda tekrar ararım.” deyip çocuğunun ihtiyacını karşılasa…
Vazoyu kıran çocuklarına ebeveynleri “Korkma çocuğum bir şey yok. Sen şöyle otur ben burayı temizleyeyim. Dikkat et lütfen herhangi bir şey kırılırsa bir yerine batabilir. Canın acıyabilir…” gibi bir yaklaşımla uygun bir karşılık vererek çocuğun kaygısını, endişesini giderebilse…
Evin duvarını boyayıp çizen çocuğa annesi veya babası şöyle dese mesela:
“Sen gerçekten harika resim yapıyorsun. Bu konuda yetenekli olduğunu görüyoruz. Sana resim yapman ve boyaman için evimizin istediğin bir duvarını versek, ne dersin? Resimlerini, çizimlerini sana ait olan bu duvara ve aldığımız resim kâğıtlarına yaparsın…”
Şimdi herkes önce kendi evine sonra da komşu, dost ve arkadaşlarının evlerine baksın. Kimin evinde çocuklar için boyama duvarı var? Kim çocuklarını kendilerine özel bir boyama duvarı tahsis edecek kadar önemsiyor ve seviyor?
Çocuklarınızı gerçekten seviyorsanız onlara gerçekten önem verin.
Kendileri gibi olmalarını destekleyin. Baskılamayın. Ruhlarına, zihinlerine olumsuz bilinçaltı kalıplar yerleştirmeyin. Siz onları çizmeyin. Bırakın kendi duvarlarına özgürce kendi dünyalarının çizgilerini çizsinler…