İstediklerimiz… Verdiklerimiz… Veremediklerimiz…

Hepimiz her zaman her şeyin en iyisini, en fazlasını, en mükemmelini, en tezini, en risksiz olanını, en kolay ulaşılabilecek olanını istiyoruz. Daha zengin olmak; mal, mülk, yat, kat, araba beklentimiz var. En lüks şekilde yaşama, en fazlasını harcama, “herkeste varsa bende de olmalı” düşüncelerimiz sürekli cirit atıyor zihnimizde. Hep istiyoruz. Çok istiyoruz. İstediklerimiz olmadığında da her şeye küsüyor ve mızmızlık etmeye, isyanları oynamaya; memnuniyetsizliğimizi açık bir biçimde ortaya koymaya başlıyoruz.

 

Aslı Farsça olan bir kelam-ı kibar vardır:

“Eğer ne hâhî dad, ne dadi hâh…”

Yani “Allah vermeyi istemeseydi, istemeyi de vermezdi…”

 

Elbette insanın yaratılış ve var oluş özellikleri arasında İSTEMEK vardır. Olmalıdır da! Ancak bu istemenin de bir ölçüsü, şekli, çerçevesi; zamanı, mekânı, insan olmakla alakalı bir yanı da olmalı değil midir? Yani insanın istemeye “yüzü olmalıdır” en azından!

 

Evet, konumuz istemek ve vermek…

 

Sizce kendimize, hayata, toprağa, tabiata; börtü böceğe, ağaç, meyve ve çiçeğe, bütün canlılara, özellikle de insanlara ne veriyoruz ki bütün bunlardan ömrümüz boyunca çok şeyi hatta her şeyi istiyoruz?

 

Bu konunun Kişisel Gelişim ile ilgili asıl can alıcı sorusu ise şu:

“Kendimizden ne istiyor ve bekliyoruz?

Buna ulaşabilmek için kendimize ne verebiliyor veya veremiyoruz?”

 

Kişisel gelişimimiz; mutluluğumuz ve huzurumuz adına gerçek bir FARKINDALIK yaşamak istiyor muyuz? Bu farkındalığı olumlu bir adım atarak BİLİNÇLİ FARKINDALIK şekline dönüştürme amacımız var mı? Eğer öyleyse bu soruyu kendimize sık sık sormalıyız. Her sorduğumuzda da kendimize açık, net, objektif ve dürüst bir cevap vermeliyiz. Ancak o zaman kendimizle ilgili anlamlı bir farkındalıktan bahsedebiliriz.

Dışarıya baktığımızın çeyreği kadar kendimize bakıyor muyuz? Dışarıdaki herkesle ilgilendiğimizin çeyreği kadar kendimizle ilgileniyor muyuz? Herkesin bize istediğimiz kadar zaman ayırmasını bekliyoruz. Peki, biz kendimize ihtiyacımız olan zamanı ayırabiliyor muyuz? Herkesin bizi anlamasını, anlamak için de etkin bir biçimde dinlemesini istiyoruz. Peki, biz kendimizi gerçekten dinliyor ve anlamaya çalışıyor muyuz? Kendimizi can kulağı ile dinlemeyi hiç deniyor muyuz?

Kimsenin bize karşı ön yargılı olmamasını ve bizi yargılamamasını istiyor ve bekliyoruz. O zaman neden biz kendimize karşı hep ön yargılıyız? Neden kendimizi sürekli bir biçimde olumsuz anlamda eleştiriyoruz? Herkesin bize iyilik yapmasını talep ediyoruz. Peki, biz kendimize en son ne zaman gerçekten önemli bir iyilik yaptık?

Havayı kirleten biziz. Gürültüyü ve stresi çoğaltan biziz. Toprağı verimsiz kılan biziz. Adım atılacak her noktayı beton binalarla dolduran ve kendimizi bu “beton kibrit kutularına” hapseden biziz… O zaman neden hayatın ve tabiatın sürekli bize iyilik yapmasını bekliyoruz? Buna hakkımız var mı gerçekten?

Çok az şey yaparak, çok az çaba göstererek, çok az şey vererek çok şeyi ve hatta her şeyi istemek en önemli özelliklerimizden biri sanırım. Peki ya bu, doğanın doğal yasalarına, yaratılış gerçeklerimize, insan olma sorumluluğumuza ne kadar uygun sizce?

Bu konuda şu anda ne durumda olduğumuzu anlamak için kendimize “NEREDEYİM?” sorusunu sormalıyız. Yani “vermeye kendimde nereden başlamalıyım” diye düşünüp aslında neye ihtiyacımız olduğunu kendimizle yeniden konuşmalıyız.

 

Mesela;

Minimalist yaşamaya

Sahip olduklarımızın kıymetini bilmeye

Kendimizi can kulağı ile dinlemeye

Gerçekten kim olduğumuzu anlamaya

Potansiyelimizi değerlendirmeye

Huzur ve mutluluğumuzu her şeyin önüne koymaya

Kendimize ait özel zamanlara

Kendimizle baş başa kalabileceğimiz mekanlara

Düşünmeye, tefekküre, meditasyona ve dua etmeye

Kendimize dair iyiliğe, iyilikleri çoğaltmaya, güzelliklerle huzur bulmaya

Sevgiyi iliklerimize kadar hissetmeye

Hayatın hakkını verebilmek için olumlu adımlar atmaya…

Ve daha pek çok şeye gerçekten çok ihtiyacımız var. Yani nefes almaya, kendimizi bulmaya, hayatta olmaya ihtiyacımız var…

Bütün bunlar için kendi kendimize hiçbir şey vermezken ya da çok az şey verirken herkesten; hayattan, tabiattan, canlılar ve insanlardan her şeyi nasıl isteyebildiğimizi bir kez daha düşünmeliyiz. Vermek söz konusu olduğunda bizden cimrisi, istemeye geldiğinde ise bizden daha sınırsızı yok neredeyse! Sınırsız istemek, sınırlı vermek; “Nerede bu yoğurdun bolluğu!” demezler mi insana?

Kendimizden neleri esirgediğimizi fark edebilirsek sahip olduklarımızın kıymetini bilerek hayatı daha minimalist, daha huzurlu ve daha mutlu yaşamaya doğru olumlu bir adım atabiliriz. Bunun için NE İSTİYORUM? BUNUN İÇİN NE VEREBİLİYORUM ya da NELERİ VEREMİYORUM?” sorularını kendimize tekrar sormakla değişime başlayabilir, sonra da istemenin ateşini biraz kısıp daha çok verme çabamızla yolumuza devam edebiliriz…

Bir Cevap Yazın

Yukarı Çık